SEYİRCİ

Upuzun bir aradan sonra bugün sizinle 2021 yılında Buluntu Kutusu Edebiyat Dergisi’nde yayınlanan Seyirci isimli öykümü paylaşmak istiyorum.

İşten çıkmış yorgun adımlarla evine doğru yürüyor. İnsanları gözlemlemeyi, konuşmalara kulak kabartmayı çok sever. Hayatın içinden kesitleri hafızasında biriktirerek sofralarda anlatmak en büyük eğlencesidir. Öyle anlar sayesinde bütün telaşını, stresini unutur.  O anları hatırlayıp yüzünde bir tebessüm beliriyor. Birden kalabalığın arasında gri mantolu bir adam çarpıyor gözüne. Tedirgin bir hali var, sanki elini kolunu nereye koyacağını bilmiyormuş gibi davranıyor. Hemen önünde elinde telefonla hararetli bir şekilde konuşan başka bir adam duruyor. Adam kendisini konuşmaya o kadar kaptırmış ki etrafında ne olup bittiğinin farkında değil. İnsanlar mecburen ona çarpmamaya çalışıyorlar.

“Acaba bu kadar hararetli ne konuşuyor olabilir?” diye düşünerek dikkat kesiliyor. Sanki gözü ısırıyor bir yerden.  Dakikalar boyunca adamı süzüyor. “Aslında herhangi birine benzeyebilecek kadar sıradan bir insan, aman ne önemi var ki” deyip kafasını iki yana sallıyor.

Gri mantolu adamın pardösülü adamın cebine bir şey yerleştirerek hızlıca uzaklaşmaya çalıştığını fark ediyor. Ne olduğunu merak etmeye başlıyor. “Acaba tanışıyorlar mı? Gizli bir iş mi dönüyor aralarında?” soruları geçiyor aklından. Adam hala telefonla konuşuyor. Yoksa konuşmuyor mu? Anlamaya çalışıyor. Polisler duruyor az ileride. “İnsan kalabalığı kuyruğa dönüştüğüne göre kimlik kontrolü yapıyor olmalılar.” Bir sigara yakıyor, sıra gelene kadar ona eşlik etmesinin bir mahsuru yok ne de olsa. Az ötede duran adamın “Yarım saate geliyorum kızım, gelince konuşuruz tamam,” diyerek telefonu kapattığını duyuyor. Anlaşılan ailevi bir durum var, belki bir hastalık, belki bir okul durumu. Aynı yaşlarda olmalılar, ellilerin biraz üstü olabilir. Onun da bir oğlu var, “Kesinlikle okulla ilgili olmalı,” diyor.  Ne de olsa insan kendi yaşam deneyimlerinden bağımsız bakamaz olaylara. Kendi yorumunu katmaktan daha doğal ne olabilir ki?

Tam düşüncelere dalacaktı ki birdenbire yükselen seslerle irkiliyor.  Yakaran sesini duyuyor pardesülü adamın. Kolunu polisin elinden çekmeye çalışarak geri geri gidiyor.

“Memur Bey, durun, bir dakika, lütfen bir yanlışlık yapıyorsunuz. Bırakın beni. Ben emekli öğretmenim, ailem var, kızım var benim. Ne yapıyorsunuz?”  

Memur donuk ve sert bir şekilde söyleniyor. “Haydi haydi yürü, emekli öğretmenmiş bir de.”

“İnanın, doğruyu söylüyorum.  Lütfen, Memur Bey,” serzenişlerinde bulunuyor.

Çaresiz ve cılız bir ses dolduruyor kulaklarını. Huzursuz ediyor. Kalabalığın içinden yükselen sesler adamın cılız sesini bastırıyor. “Aa uyuşturucu mu? İnanmıyorum. Aa bir de öğretmenim diyor. Ah görüyor musunuz, şu halimize bakın. Kimlere emanet ediyoruz çocuklarımızı. Yazıklar olsun, yuh,” diye bağırıyorlar.

Adam kalabalığa dönüp birkaç şey söylemeye yeltenirken polisler kolundan çekip sürüklüyorlar. Polis memuru elindeki poşete bakarak gözlerini kısıyor. “Evet, uyuşturucu. Hala daha emekli öğretmenim, ailem, kızım diyor bir de. Kimi kandırıyorsunuz siz?”  

Pardösülü adam kaygıyla kurtulmaya çalışıyor.

“Memur Bey, yapmayın etmeyin. Benim ne işim olur uyuşturucuyla, yanlış yapıyorsunuz. Ne derim ben aileme şimdi? Bunca sene onurumla yaşadım. Evlat yetiştirdim.”

“Karakolda anlatırsın bunları. Yürü.”

Üst üste yığılıyor kalabalığın öfke dolu sözleri.  “Bir de evladım var diyor utanmaz.”

Gri mantolu adam gözünün önünde beliriyor. Tedirgin hali, kaygılı bakışları ve hızlıca uzaklaşan adımlarıyla bu işte bir parmağı olabilir. Pardösünün cebine soktuğu elini hatırlıyor.  Emekli öğretmenle polislerin gittiği yönün tersine doğru yürümeye başlıyor.  Hemen gitmek istemiyor evine.  Canını sıkıyor tanık olduğu bu durum. Dakikalar geçiyor. Çaresiz yoluna devam ediyor.

            Eve geldiğinde mis gibi kokular duyuyor. “Gene mis gibi yemekler yapılmış Ah bir de şu olayı yaşamasaydım ne iyi olurdu.” Böyle durumlar iştahını kaçırıyor. “Bir haksızlık var. Uyuşturucu satacak biri değil. Ah, bir de ailem, onurum, evladım diyordu. Ne olacak şimdi? Her neyse, gördüklerimi bir kenara bırakıp masaya oturmalı. Beni bekliyorlar.” Evet, eşiyle oğlu masada onu bekliyor. Karısı tuhaf tuhaf yüzüne bakıyor.

“Hayrola nerede kaldın Metin, yarım saat geciktin. Trafik mi sıkışıktı?”

Durgun bir ifadeyle yanıtlıyor. “Evet, çok trafik vardı.”

Oğlu garipseyerek bakıp lafa giriyor.

“Babam yorgun bugün galiba. Baksana sesi soluğu çıkmıyor. Yoksa şimdiye çoktan bir hikâye anlatmıştı.”

Metin gözlerini kaçırıyor tedirginlikle.

“Sıradan bir gündü işte, ne anlatayım oğlum.”

Yüzünü ekşiterek bir lokma daha alıyor yemeğinden.

Sessiz, sakin geçip giden bir akşam yemeğinin ardından televizyon izlemek üzere oturma odasına geçiyorlar. O sırada bir haber akıyor ekrandan.  “Emekli Öğretmen C.İ uyuşturucu kaçakçılığından tutuklandı. Eski öğrencileri ve okul yönetimi şokta.”

Leyla şaşkınlıkla Mert’e dönüyor, “Aa oğlum, bu Oya’nın babası değil mi?”

Şaşkınlıkla kafasını kaldırıyor Mert, olanı biteni anlamaya çalışıyor. “Oya mı? Oya’nın babası mı? Ne diyorsun anne ya?”

“Şu telefonu bir bırak da etrafında ne olup bitiyor haberin olsun,” diyor annesi kaygı dolu bakışlarla.

“Emekli Öğretmen C.İ, uyuşturucu…”

“Ne? Aa, evet, yoo… Olamaz. Nasıl olur? Bu Cengiz Amca, inanamıyorum. Mert yerinden fırlıyor. Bu ne ya, böyle şey mi olur? Ben çıkıyorum Oya’nın yanına gitmem lazım.”

“Oya’nın babası mı? diyor Metin dehşet içinde. “Gözüm de bir yerden ısırıyordu. Ara ara karşılaşıyorduk iki sokak ötedeki markette. Nasıl olur? Tutup götürdüler komşuyu, ah Oya… yavrum…” diye mırıldanıyor.

Leyla, Metin’e çeviriyor bakışlarını. “Bu işte bir terslik olmalı.”

Çat kapı sesi duyuluyor. Mert, motoruna atladığı gibi Oyaların evine gidiyor. Zile basıp koşar adımlarla asansöre biniyor. Oya kapıyı açıyor. Ağlayarak sarılıyor Mert’e. “Çok kötü şeyler oldu, çok kötü. “

Oya’nın annesi arkada duruyor. O da ağlamaklı. “Bunlar da mı gelecekti başımıza, gel oğlum içeri.” Telaş içinde telefonuna sarılıyor. “Avukatla konuşuyordum, sen Oya’nın yanında kal, yavrum.” Güçlü durmaya çalışıyor. Telefon tuşlarına basan parmakları titriyor.

“Güzide Teyze, siz de sakinleşmeye çalışın. Hallolacaktır, inanıyorum.”

“Ya babama bir şey olursa nezarethanelerde?”

Hıçkırıklara boğuluyor Oya. Mert sıkıca tutuyor elini.

“Şişşşt, sakin ol. Bir terslik olduğu belli. Bırakacaklar Cengiz amcayı”.

“Ya bırakmazlarsa? Ya kalırsa oralarda… Ah babam… Kıyamam.”

“Gel, buraya” deyip sıkıca sarılıyor ona. “Bak, annen avukatla görüşüyor, baban neredeymiş kimleymiş, nerelere gitmiş. Hepsi açığa çıkar. Hem kamera kayıtları da vardır belki.”

Oyaların evinde olduğu gibi Mertlerin evinde de cenaze havası esiyor. Metin hiç olmadığı kadar sessiz ve keyifsiz. Televizyon ekranına bakıyor. Leyla usulca doğruluyor oturduğu kanepeden.

 “Sende bir hal var Metin. Ne oluyor?”

Metin içini çekip bir sigara yakıyor. Leyla endişeyle yeniden soruyor.

“Metin ne oldu, söylesene.”

 “Leyla, ben çok kötü bir şey yaptım.”

“Ne yaptın Metin? Allah’ım sen bana sabır ver. Söylesene be adam.”

“Leyla, Oya’nın babası benim yüzümden içeride.”

“Ne?” kadın feryadı basıyor. “Anlayamadım, ne diyorsun Metin? Aklını mı kaçırdın?”

“Gördüm ben, Leyla suçsuzdu Cengiz Bey. Gri mantolu adam yaptı.”

“Ne adamı? Ne gri mantosu? Metin, yeter. Anlat artık. Ne oluyor?”

Metin üzüntüyle gördüklerini anlatmaya başlıyor. “Öylece çekip gittim Leyla. Hiçbir şey diyemedim. Durun götürmeyin, yanlış yapıyorsunuz. Suçluyu ben gördüm,” diyemedim.  Sesi titriyor. “Korktum.”

Leyla suskun. Kocasının sırtını sıvazlayıp derin bir nefes alıyor. “Kim olsa korkar, bulaşmak istemez. Boşuna suçlama kendini, Metin. Hem nereden bilecektin Oya’nın babası olduğunu?

Metin bir süre sessizce karısına baktıktan sonra gözlerini camdan dışarıya çeviriyor. Hava kararmış.  Sokak tenha. Gözlerini karanlığa dikiyor, “Sorun da bu ya. Oya’nın babası mı olması gerekiyordu?”

İdil Güney Şimşek

Çocuk öyküm için bakınız: https://kafaseslericom.wordpress.com/cocuk-edebiyati/