Kırmızı Tuş

buton

Ne ki bu dünyadaki amacımız? Doğmak, büyümek, üremek ve her şeyin en sonunda bir ışığa yürüyüp, tüm ömrümüzü ne kadar da boş ve amaçsız geçirdiğimizi görmek mi? Yoksa huzurlu bir şekilde ölmek mi? Ve ölürken vicdanımızın temiz olmasını umut edip seneler boyunca her türlü iyilik peşinde koşmak mı? Kırmızı Tuş bunun neresinde?

İnsanlık senelerdir düşüncesizce ömürlerini bir sonraki nesilleri etkilemeyecek, dünyanın kaçınılması an itibariyle imkansız geleceğini para ve güç hırsı yüzünden onlardan sonrakilerin üstüne yıkmış insanlarla doldu taştı. Gelecek ve gelmiş olan neslin elinde bir avuç ağaç, kanserojen dolu yiyecekler ve ekrana bakmaktan kör olmuş gözler kaldı. Bu sefer de “Teknoloji her şeyi berbat etti.” diyen kişiler suçu asla kendilerinde aramadılar.

Bunları kimseyi suçlamak için yazmıyorum. Ancak en azından sorumluluk dürtümüzü ve vicdanımızı bir parça sorgulamamızı umut ediyorum. Bu dönemin geldiği şartlar ve dayattığı yaşantılar ne kadar nükleer bombaları icat eden neslin ise, bir o kadar da ailelerin evlerinin bir internet kablosu ile dinlenip, izlenebileceğini sağlayan neslindir.

Bunun farkedilmesi zorlaşmış bir gerçek olduğunu kabul ediyorum. Hatta okurken kafanızın içinden “Bunun benimle ne alakası var?” dediğinizi duyabiliyorum. Anlatmak istediklerim dünyanın yaradılışından beri yaşamış ve ölmüş her insan ile alakalı.

Bir şeyleri değiştirebilir miydim?

Her insanın bir gün belki 10, belki de 40 yaşında “Acaba bir şeyleri değiştirebilir miydim?” dediği olmuştur. Bazısının değiştirmek istedikleri, yıllar veya aylar önce sevdiklerine karşı yaptıkları yanlışlar yüzünden onları kaybetmelerini önlemektir. Ve dilekleri bu olan insanlar, inanın ki şanslı olanlardır. Hiç aklınıza geldi mi, bir komutanın son nefesinde “Keşke o emri vermeseydim. Onlarca, belki de binlerce askerin ölmesini engelleyebilseydim.” dediğini? Gelmeli, çünkü bu verdiğim örnek en basitidir.

Diyelim ki elimizde devasa boyutta kötü sonuçları olacak bir olayı engelleyebilecek güç var. Ancak insan doğası yüzünden bunları tek bir cümlemizle durdurmayı hayal bile edemeyeceğimiz bir an düşünün. Sizce Hiroşima’ya nükleer bomba atılması iznini vermeden önce, Franklin Roosevelt bunu düşünmüş müdür? Ya da Pearl Harbor saldırısı için emri veren Amiral Isoroku Yamamoto bunu düşünmüş müdür? Belki de düşünmüşlerdir ancak kararlarını bu durumun akside vermişlerdir. Hırs, duygu ve egolarına yenik düşmüşlerdir.

“Zor zamanlar, zor seçimler getirir.”

Size bahsettiğim, sonuçları korkunç olan bu olaylar engellenememiştir. Küçük yaşta çocuklar asla tanıyamayacakları ve gözlerinin içine bakamayacakları adamlar tarafından annesiz,babasız veya sakat bırakılmıştır. Daha da kötüsü öldürülmüşlerdir. Bu yaşanan olaylar çok uzak gibi gelebilir. Dilerseniz biraz daha yakın bir zamana gidelim.

2000 yılında, ABD Başkanı Bill Clinton, Irak’ı füzelere boğarken hayatlarını kaybeden siviller ile göz göze gelmediğinden emin olabilirsiniz. Bir insanı öldürmek mesafeler ve araçlar ile kolaylaştırıldığında, elinde gücü bulunduran kişinin bu seçimi yapması kolaylaşmamalı. Aksine eline bir tabanca aldığını ve belki de yeni doğmuş bir bebeğin şakağına dayadığını hayal etmeli. Ve o tetiği çekmeyi reddettiğinde ise o bebeği bağışlamış olduğunu düşünmemeli. Ama o kritik seçimler gücü elinde bulunduran insanların eline verildiği anda hem kendi egoları, hem de uluslarının egoları omuzlarına bindiği anda ne kendileri doğru seçimi yapabilecek, ne de düşünebilecek hale gelirler.

Zor zamanların, zor seçimler getirdiği sözüne hep katılmamla birlikte, bu cümlede bahsedilen zor seçimin masum bir kadın, erkek veya çocuğun canına kıyılması olmadığını söylediğimde bana katılmayan bir tane bile insan olmayacağını umut ediyorum. 21.yüzyılın gelmesi ile birlikte savaş, cinayet ve meşru müdafaa kavramları tekrardan sorgulanmalı.

Gri alanların olmadığını fark etmeliyiz

Bir Kırmızı Tuş ‘a bastığınızı hayal edin… Nasıl bir tuş olduğunu fark etmeden parmağınızla bastığınızı… Sizin duymadığınız, görmediğiniz bir yerde bir patlama olduğunu düşünün. Sizin duyamadığınız çığlıklar atıldığını, sizin göremediğiniz insanların alevler içerisinde etrafta koştuklarını düşünün. Bu eylemin bir insanın üzerine benzin döküp, onu ateşe verdikten sonra izlemek ile hiçbir farklı olmamalı.

Herkesin savunduğu, dönemin getirdiğini düşündüğü o “gri” alanların var olmadığını fark etmeliyiz. Bir insan canının değeri ekonomistlere göre 10 milyon dolar değil, paha biçilemez olması gerekir. Buna göz yumulabilecek durumlar kalmadığını anlamalıyız. Bu yüzden bir sonraki “Acaba bir şeyleri değiştirebilir miydim?” deyişiniz, satın aldığımız ama para kaybettiğiniz bir kripto parayı satın almamak olmamalı. Tam tersine dünya üzerinde yaşanan herhangi bir haksızlık konusunda bir şey yapabilip, yapamayacağımız olmalı. Ancak bu sayede hayvanat bahçesinde, o Kırmızı Tuş ‘a basılması öğretilen bir primattan farkımız olur.

Yazar: Ertuğrul Eryücel

Youtube kanalımıza gitmek için buraya tıklayabilirsiniz.