YOL

Bir seneyi geçti bir yola çıkalı… Yoldan geri döndürmeye çalışanlar oldu, desteklemeyenler, tat kaçırıcı-moral düşürücü hayati gerçeklerle ket vurarak engellemek isteyenler (kimisi koruma içgüdüsüyle), anlamayanlar belki de anlamlandıramayanlar oldu. İyiliğimi düşünenler de oldu tabii. Kendi doğrularına, yaşam tecrübelerine ve dünya görüşlerine uygun değer ve normlarla benim adıma, benim mutluluğum için tavsiyelerde bulunanlar oldu. Ama yol benimdi.

Kulak asmamakla övünmek ya da bir tanecik başarıyla “ben oldum, şahaneyim” demek gibi bir niyetim olmamakla birlikte “İyi ki kendi bildiğim ve iç enerjimin beni götürdüğü yoldan gittim.” demek istiyorum artık çünkü aynı anda beş yüz işe bölünüp gece yarılarına, sabahlara kadar çalışmamın karşılığını şayet benim için hayırlı ise alacağıma inanıyorum. Benim için ideal olan da buydu zaten.

1988 yılında doğmuş bir Y kuşağı kişisi olsam da özelliklerim ve değerlerim hangi kuşakta ele alınmalı tartışmaya açık. Belki de konuya kuşak çatışmaları yerine insanlık meselesi olarak sosyo-ekonomik ve kültürel bir açıdan yaklaşmak gerekiyordur… Yaşadığımız dünyada neden ve nasıl, kimi kimseler hak etmeden bir yerlere gelebildi? Kendilerine sahip olmadıkları hangi vasıfları yükledi, yükletti? Neden yine de mutsuz ve tatminsiz olanlar çoğunlukta?

Kişisel hipotezim, bir insanın üretmeden, emek vermeden, çalışmadan, kendi bireysel çabaları, çırpınmaları olmadan bir şekilde, bir sebeple elde edeceği herhangi bir başarının “göstermelik ve sahte” olduğuna dair derinlerde bir yerlerde bir inanç taşıdığı hissine dayanıyor. “En başta bir insan kendisine dürüst olmalı” denir ya, işte tam olarak bundan bahsediyorum.

“Olması gerektiği gibi” kazanılmamış bir başarı, ün, statü, isim yüzeylerde kişiyi/kişileri özgüvenli, mutlu kılsa da, topluluk içerisinde dönemsel bir takdire yol açsa da maalesef kişi/kişilerin üzerine giydiği bir kılıf olmaktan öteye gidemez ve yarın öbür gün kılıfı eskidiğinde ya da sosyal çevrenin takdirini kaybettiğinde ardında kalıcı bir iz bırakamaz olur. Ve bana göre kişi bu gerçeği bilir. Bu noktada da içsel anlamda tatminsizlik ve mutsuzluk yaşanması kaçınılmazdır.

Kendimi bildim bileli oldukça varoluşsal bir meselem vardı: Ardımda kalıcı bir iz bırakmak. Kitap, oyun, film, müzik, resim hangisini yapabiliyorsam. Ama diyorum ya “olması gerektiği gibi”. Sözünü yazmadığım bir şarkıda sırf güzellik olsun diye birinin adımı yazmasını istemem ya da sırf kitabım olsun diye 50 adet bastıralım da istemem ya da üç beş resim yapabildiysem şayet gidip bir tanıdığın galerisinde sergilensin de istemem. Beni mutlu edecek yol bu değil. Yargılayamam her insan için farklı olabilir. Herkes kitap yazmalı gibi bir savım da yok kimisi kafe açar, kimisi unvan alır. Mutlu olur. Hatırlatayım, mutsuzluk- tatminsizlik ve hak edilmemiş kazanımlar ilişkisine dair sadece bir hipotez yürüttüm.

Kendi adıma kendi mutluluğum ve tatminim için “sanat alanında çalışmalar” deyip durdum. Varoluşsal ve ciddi bir meseleyi keyfi bir hobiye indirgeyerek çözemezsiniz. Ki keza yüksek standartlarınız varsa o iş fazlasıyla sorumluluk ve ciddiyet gerektirir. Keyif olmaktan çıkar ve en iyi şekilde icra etmek istersiniz. Ha bir de sizden 1 tane varsa uykusuzluğa tamam deseniz de klonlanıp aynı anda iki yerde birden olamayacağınız gerçeğiyle yüzleşirsiniz. Hem burada çalışayım, güzel, sabit gelirim olsun, statüm, kariyerim olsun ama burada da şunu bunu yapayım pek mümkün olamıyor… Şartlara göre de ya aynı anda pek çok şey yapmanız gerekiyor ya da bir şeylerden vazgeçmeniz…

Bu konu nereden açıldı?

Daha önce “Yazmak Üzerine” yazımda bir yarışmadan söz etmiş ve genel anlamda inançsızlığımı dile getirmiştim. İşte o yarışmanın sonucu açıklandı. O yarışma OYÇED (Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği) ve DRAMATİK YAYINLARI tarafından düzenlenen Prof. Dr. Özdemir Nutku Ulusal Oyun Yazma yarışması idi ve benim gönlüm hem çeviri hem oyun kategorisinde başvurmayı çok istemiş olsa da kapasitem bir tanesine yetebilecek durumdaydı ve seçimimi çeviri oyundan yana kullanmıştım çünkü daha önce hiç oyun yazmamıştım. Israrla diyorum ya, reklam yazarı, oyun yazarı, içerik yazarı, hikaye yazarı, senarist hepsi başka diye… Bir gün hepsi olabilirsiniz belki ama birini yaparak ben hepsiyim diyemezsiniz…. Çevirdiğim eserle saygın bir kuruluşun düzenlediği bir yarışmada alanında uzman, dramaturg, çevirmen, yazar, oyuncuların değerlendirmesinden geçen bir jüri karşısında dereceye girerek olumlu bir sonuç elde edebilmiş olduğum için içsel anlamda mutluluk yaşıyorum. Tiyatro Gazetesi 2020 Kasım sayısına buradan bakabilirsiniz.

İçsel mutluluğumun pek çok sebebi var.

  1. Beni öneren, adımı fısıldayan kimse yoktu arkamda.
  2. Yabancı dile meraklı ve seven, 5 sene Almanca, 8 sene Fransızca okumuş ve bu dilde biri bitirme tezi diğeri yüksek lisans tezi olmak üzere sosyal bilimler alanında 2 tez yazmış birisi olarak evvel zaman önce çeviri yapmak istediğimde mütercim-tercümanlık bölümü mezunu olmadığım gerekçesiyle kapalı kapılarla karşılaşmıştım. Herhangi bir yayıncının bildiği ettiği bir isim olmamam da cabası.
  3. İlk oyun çevirimdi.
  4. Güzel Sanatlar Fakültesi çıkışlı değilim. Oyuncu, yönetmen, dramaturg değilim, yapmak istediklerim doğrultusunda kendimi geliştirmeyi amaçlayarak vakit ve nakit ayırarak gittiğim kurslarda, aldığım derslerde tanıdığım, değer verdiğim hocalarıma danışarak önerdikleri kitapları okuyarak öğrenmeye çalıştım.

Evet buraya kadar çok güzel, harika başarı. Ama konu aslında benim ödül almam değil; isimsiz cisimsiz, çevirmenlik unvanına sahip olmayan, kurulla bir ilişiği olmayan, camia dışı bir insan olarak hayatımda ilk defa kalkıştığım bir şeyde çalışıp didinerek yapabildiğimi görmek inanç ve umut verdi. Asıl paylaşmak istediğim de bu. Özellikle didinip duran isimsiz, çevresiz yakınlarım için söylüyorum bunu… Düşsek de kimi zaman kalkıp devam etmeliyiz 🙂

O kadar çalışmaya hiçbir sonuç elde edemeyeceğimi düşündüğüm, boşa mı didiniyorum dediğim anlar çok oldu. Ha bundan sonra her şey çok güzel olacak demek de değil bu. Sadece bir yıllık çabaların karşılığı bir umut oldu. Bundan sonrasına bakmak gerek artık.

Merak ediyorsanız, ödülle birlikte karakterimden eksilen veya fazlalaşan bir durum söz konusu değil.

Biyografime gidip de reklamcı – eğitmen, çevirmen yazmayacağım. Başarıyla sonuçlanmış bir çeviri yapmış olmam benim kriterlerime göre kendime “çevirmen” unvanı vermek için yeterli ve doğru değil.

Gurur ve umut verici bir sonuç almış olmam, günlerce haftalarca konuşulacak bir malzeme de değil. Paylaştık, sevindik. Bitti. Burada çakılıp kalmak yerine ilerlemeli.

Çevirdiğim oyun sahnelenebilecek mi, çeviri yapmaya devam eder miyim? Oyun da yazabilir miyim bir gün? gibi boyutlara geçmek ve çalışmaya devam etmek gerek!

Benim yolum bitmez. Yol, beni bekler.

Her adımımı destekleyen, inişli-çıkışlı bütün anlarımda yanımda olan eşim Eray Kağan Şimşek‘e ve aileme destekleri için teşekkür ederim. İyi dileklerini esirgemeyen yakınlarımıza sevgilerimle.

.

Diğer yazılar için: https://kafaseslericom.wordpress.com/author/idilguneysimsek/