REKLAMLAR

İnternetten haberleri okumam her geçen gün daha da zorlaşıyor. İlgili haber sitesine girdiğinizde her yeri reklamlar sarmış durumda. Kıyıda köşede bir şekilde haberi görüp tıklamayı başarsanız da başlığın altında, hemen üç cümle sonrasında, ortada sağında solunda aşağısında reklamlar beliriyor. Ya da tıklanma uğruna 1’den 50’ye uzanan sekmeler bitmiyor ve tükenip habere ulaşamadan vazgeçiyorsunuz. En azından bende durum bu.

Ha bu arada, bilmeyenlere reklam sektöründe çalışıyorum yıllardır… Haberlere erişemiyor olmak o kadar canımı sıkmaya başladı ki artık birbirine karışmış reklamlar ve görsel kalabalığın göz yormasını geçtim, bilgiye ulaşamıyorum.

Gazetelerde yahut haber sitelerinde ne derece bilgi ve haber paylaşıldığı da ayrıca tartışmaya açık bir konu… Dünyaya, gündeme dair içerikler mi ağırlıklı yoksa magazin veya farklı farklı mecralarda yer alan, sanki kopyala-yapıştır tadında birbirini tekrarlayan kullan-at bilgiler mi oturup analiz edilmesi gerekiyor.

Bugün düşündüm de, beni ya da Eray’ı tanımayan birinin gözünden dışarıdan nasıl algılanıyoruz acaba? Sürekli şikayet eden, eleştirecek bir şeyler bulan, kendisini ve kendi dünya görüşünü kusursuz gören narsistler olduğumuz mu düşünülüyor? İnsanından düzenine, sosyal medyasından reklamlarına mütemadiyen bir eleştiri ve memnuniyetsiz olma halimiz söz konusu ya, e kimi zaman da kulağımıza çalınanlar oluyor. Neyse…

Komik gelmeye başladı artık katılımcı mıyım seyirci miyim ne olduğum belirsiz. Her geçen gün daha da emin olduğum bir gerçek şu ki, bir ilüzyonun içinde yaşayıp gidiyoruz.

Geleneksel ajans kökenliyim ben. Kabaca şu demek, basılı mecraların gazete-derginin bir öneminin olduğu, Tv-radyo-açık hava reklamlarının bir değer taşıdığı reklamcılık anlayışı. İnternetin hayatımıza girmesiyle tabii ki reklamcılık anlayışı da değişti.

Düşünsenize dijital mecralarda direkt nokta atışı yapabileceğiniz, tüketiciyi yakalayabileceğiniz stratejiler geliştirebiliyorsunuz artık. Her hareketini takip edebiliyor, ölçümleyebiliyorsunuz. Hal böyle olunca, neden hedef kitleniz olmayan ve size “satış” olarak geri dönüşünü önceden kestiremediğiniz bir TV reklamı için bütçe harcayasınız ki? Ya da gazete-dergi, kitap okunmuyorken niye o mecralarda boşa kürek çekesiniz? En kestirme yoldan ürünü/hizmeti tanıtan bir kitle sürükleyiciyle anlaşın gitsin.

Ünlü kullanımı diğer bir deyişle “celebrity kullanımı” da geleneksel reklamcılığa mahsus artık. Ünlülerin bizden yani halktan uzak oluşu, tüketicinin özdeşim kuramaması ve ünlüleri inandırıcı bulmaması gibi gerekçelerle hayatımıza -daha bizden olan- blogger, vlogger, fenomen, influencer gibi kavramlar girdi.

XXX milyon takipçili bir hesapla reklam işbirliklerine ortak olan influencer’ın ağzından çıkacak tek bir söz, elinde tutacağı tek bir çanta, ayağına giyeceği tek bir ayakkabı, paylaşacağı bir haber, video vb. kitleleri peşinden sürüklemesi ve çılgınca tüketmelerini sağlamak için yeterli oldu.

Tüketim toplumunu da geçeyim haydi artık, isteyen istediğini tüketsin.

Asıl sorun şu ki, “Kanaat Önderi” kimdir, nedir, nasıl olunur? iyice muğlaklaştı.

Herhangi bilgi, birikim, akademik yeterlilik, sosyo-kültürel bir taban olmadan XXX milyon takipçili birinin herhangi bir konuda yapacağı açıklama kitleleri sürüklemeye yeterli. “Ya bu bilgiyi paylaşıyor da doğru mu? Gerçekten iyi bir müzik grubu mu? Hakikaten kaliteli ürün mü? Tarihte böyle bir şey olmuş mu?” diye kimse düşünmüyor.

Üstelik markalar da insanın ya da toplumun gelişmesi adına bir eylemde bulunacaklarına tam tersine düzene ayak uydurma ve büyüme gayesiyle XXX milyon takipçili birini atıyorum yıllarını tiyatroya adamış bir duayene, üstelik bu alanda tercih edebiliyor.

Çünkü evet, o dönem bitti. Yeni çağın yeni kurallarına göre oynamak gerek.

Nereden geldik buraya, ha evet, haber sitelerinden. Haber okuyamasak da olur, yeter ki oyun dışı kalmasın kimse…

Dipnot: Bizi de fenomenliğe oynamak istiyoruz diye etiketleyenler oldu. Okuyorlarsa şayet şöyle diyeyim; trendy topic’ler açıp, copy-paste bilgiler paylaşarak özellikle okunma/izlenme rekorları kıran makyaj, stil, burçlar, ilişkiler, fal, ölmeden önce mutlaka yapılacaklar listesi, 5 adımda mutlu ol vb. içerikler üretebilirdik. Ya da saatlerce şarkı sözü çeviriyoruz ya, Youtube Kafa Sesleri TV ‘de müzik sevgimizle paylaşmak istiyoruz… Tabir-i caizse patlamak istiyor olsaydık, gidip de 2020 yılında biz seviyor olsak da Edith Piaf, Michel Fugain paylaşmıyor olurduk. Biz müzik paylaşıyoruz. Hem kendi sevdiklerimizi hem de müzik sevenlerin isteklerine önem verip elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.

Bunun dahi gözleminin yapılamadığı, süzgeçten geçirilip de muhakeme edilmediği bir noktada gerçekten ne diyebilirim? Yani bunu dediğim için ben “büyüklenmeci, kibirli, narsist” vs. oluyorsam, olayım. Hiç dert değil.

Ne de olsa reklamın kötüsü olmaz, değil mi?

Diğer yazılar için: https://kafaseslericom.wordpress.com/author/idilguneysimsek/