NETWORK: PARLAK YILDIZLAR

“Network” açısından şanssız bir insan olduğumu düşündüm hep. Ama şimdi fark ediyorum ki “şanssız oldum” diyebilmek için öncesinde onun için çabalamış, gayret etmiş ve sonuç elde edememiş olmak gerekir. Bense “networking” denilen olgunun gerekliliklerine uzak bir karakterim. “Bey’ciğim Hanım’cığımlar; kuşumlar canımlar, nefret içerikli ama sempatik gülüşmelerle dolu organizasyonlar, “kotamı xxx için kullanmam lazım”, “şöyle bir iş var, halledersen ayarlayabiliriz belki” içerikli ve benzeri ilişkiler ağına girmedim, evet. Çağımızın en önemli yeteneğine de sahip değilim: “Kendini Pazarlamak”.

“E ama böyle, hayat bu. Yanlış düşünüyorsun.” cümlesini kabullenip ona uygun davranmak bir seçenek olabileceği gibi kabullenmeyip, kendi ideallerini koruyarak piramidin en üstüne çıkmak ve kendini gerçekleştirme gayesinden vazgeçmemek de bir başka seçenek oluyor. Zor, yorucu. Belki de imkansız. Kaybetmeye mahkum. Üstelik sebebinin kendine güvenmemek, kendini önemsememek ve hatta kendine hak görmemek olarak açıklandığı bir bağlamda…

KENDİNE GÜVENMEK?

Üniversite itibariyle Fransız ekolüne geçiş yapmış bir insan olsam da çekirdekten Alman ekolünde yetiştim. Bir fizik probleminin sonucunu doğru bulabilirdiniz ama altını cetvelle düz bir çizgiyle çizmek zorundaydınız. Aksi takdirde istediğiniz kadar doğru sonucu bulmuş olun, unuttunuz ve çizmediniz mi? 0 alırdınız. Ders saati 08.00 mi? 08.01’de sınıfa giremezdiniz. Alman Edebiyatı’nı işliyorsunuz. Konu, en sevdiğim akımlardan biri “Sturm und Drang” ( Fırtına ve Coşku ) olsun.

(Sturm und Drang : http://www.efdergi.hacettepe.edu.tr/yonetim/icerik/makaleler/1505-published.pdf)

Harika bir sunum yaptınız, kimse sizi şakşak’larla yerinize uğurlamazdı. Çünkü o ödevi ve görevi en iyi ve en mükemmel şekilde yerine getirmek zaten olması gerekendi. Herhangi bir “başarı hikayesi” veya “satış değeri yüksek bir portföy” değildi. Doğal, normal olan, olması gerekendi. Kendini öne çıkarmaya çalışmanın, atlayıp durmanın bir “zeka pırıltısı” değeri yoktu. Tam tersine belki de 40 dakika boyunca sadece tek bir cümleyle katılım sağlamış olmak yeterliydi kendini ispat etmek için.

Ha ama bu noktada kendini kime ispat ettiğin önem taşıyor. Şakşak’lara karnı tok, disiplinli, idealist, doğrucu, objektif, mükemmeliyetçi ve fikrine karşıt argüman geliştirebilmemizi, kafa sallamak yerine kendi düşüncelerimizi savunabilmemizi destekleyen ve tahlil gücü kuvvetli kişilere ispat etmeye çalıştık kendimizi. Gerçeği görebilme yetisine sahip kişilere….

Çalışmak, çalışmak, çalışmak. Yani emek, azim, çaba. Mezun olur olmaz kendimizi “GELECEĞİN CEO’SU” veya “EVRENDEKİ BİRİCİK, PARLAK YILDIZ” zannetmedik. Bir yerlerde muhakkak bir eksik kalmış olabilirdi.

Böylece biz sönük yıldızlar olmuş olduk. Her yer PARLAK YILDIZLARLA doluydu oysa. Kusursuzca, mükemmel bir şekilde parlayan, her şeyi kendine hak gören yıldızlar.

Baktık birbirimize. Anlayamadık. Anlaşamadık.

Diğer yazılar için: https://kafaseslericom.wordpress.com/author/idilguneysimsek/