İNSAN HAKLARI

Sene 2013’müş. 25 yaşındaymışım ve bir parça daha fazla umut taşıyormuşum içimde meydanlara atılırken. En azından “Kadına Şiddete Hayır” ve “İnsan Hakları” diyebilecek cesaretim varmış.

O sene durum aşağıdaki gibiymiş:

2013 senesinde tekrar meydanlara atılınmış. Bu sefer kadın, erkek, çoluk çocuk herkes sokaklardaymış. “Kadın Hakları” meselesini çözmek isterken “İnsan Hakları” mücadelesi verilmiş. Hatta daha 2 hafta önce 19 yaşında hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz’ın 7. ölüm yıl dönümü anılıyormuş…

Meydanlarda olduğum son seneydi 2013. Çaresizlikle geldim 2020’ye kadar.

Pasif kaldığım 7 sene boyunca neler oldu?

Cinayetler devam etti, hak-hukuk-özgürlük, çocuk gelinler, ensest mağdurları, lgbti mücadeleleri devam etti. Daha geçtiğimiz günlerde “gökkuşağı” tartışmaya açıldı.

Dün de üniversite öğrencisi Pınar Gültekin’in hayatını kaybetmesiyle sarsıldık. Kaçıncı cinayet? diye isyan ettik. “İstanbul Sözleşmesi” diye bağırdık.

Evet bu kaçıncı cinayet? Anıt Sayaç’ı ziyaret ederek 2008 – 2020 yılı arasında hayatını kaybeden, şiddete ve cinayete kurban gitmiş kadınların isimlerini görmeniz mümkün. Sanatçı Zeren Göktan, Anıt Sayaç ile kolektif bellek yaratmayı amaçlamıştı yine 2013 senesindeydik. Aşağıdaki linkten siteyi ziyaret edebilirsiniz.

http://anitsayac.com/?year=2020

Kolektif bellek diyoruz ya… Maalesef gazetenin 3. sayfası haberleriyle özdeşleşmiş içerikler, vahşet, dehşet “normalleştirildi” insan zihninde.

Nasıl mı?

Haber oluşturmak sosyolojik açıdan bir bakıma gerçekliği yeniden kurgulamaktır. Medya, toplumsal yapının belirleyicisi ve aynı zamanda yeniden üreticisidir.

Haberlerde atılan manşetler, seçilen sözcükler, yapılan betimlemeler “kadın cinayetleri” özelinde tartışıyorsak şu an; sıklıkla toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üreten ve şiddeti açık veya örtük bir biçimde “normalleştiren” ifadeler içerir.

Basit ama üzücü bir örnek vermek gerekirse; şiddet haberlerinde kişiselleştirme biçimleri kullanılarak kurban ve fail arasında bağ kurulur ve söz konusu şiddet “mahrem alan olan aile alanına hapsedilmeye” çalışılır. “Eski koca vahşeti…” gibi.

Toplumsal şiddetin medya aracılığıyla nasıl yeniden üretildiğine dair akademik bir makaleyi paylaştığım linke tıklayarak okuyabilirsiniz.

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/178263

O yüzden konumuz çok ciddidir. Üstelik global bir meseledir.

Avrupa’da da şiddetin her geçen gün arttığına dair haberler mevcuttur.

https://www.sabah.com.tr/dunya/2020/01/29/avrupa-simdi-de-kadin-cinayetleri-ile-gundemde

Eğitim, farkındalık şarttır. Çok okumak, aydınlanmak, neyin ne ile ilintili olduğunu kavrayabilmek şarttır. Şiddeti önlemeye çalışırken sebeplerini, çok büyük bir pencereden ele alabilmek şarttır. Uluslararası, psikolojik, sosyolojik, ekonomik, politik, dini…

Cani dediğimiz manşete düşen kişilerle belki de metrobüste yan yana oturuyoruz. Şanslıysak haberimiz olmuyor… O şahıs neden ve nasıl oluştu? Toplumun içinde nasıl tutunabildi? O şahıs ve türevleri neden ve nasıl çoğalabiliyor? Onları kimler nasıl yetiştiriyor? O şahıslar ne izliyor? Kimler, kime neler izlettiriyor? Akli dengesi mi yok? “Cinnet anına” mı denk geliyor?!! Hukuk sistemi ne yapıyor? Medya nasıl aktarıyor?

Kadınların “seks objesi” gibi kullanıldığı reklamların, araba-motor-iş makinesi fuarlarının, şiddet içerikli-kamusal alan fantazilerinin pompalandığı, acı çekmekten hoşlanan, linç edilen kadınların “haz alma unsuru” olarak lanse edildiği porno içerikleriyle dolu bir dünyanın kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleriyle ilişkisi yüzde kaç?

Ne sıklıkla, ne kadar gerçekçi ve sağlıklı araştırmalar yapılıyor? Yapılıyor mu?

Medyanın rolü ne? Halka, bizlere ne nasıl yansıtılıyor? Halk yani bizler okuyup izlediğimizden neyi ne kadar anlıyoruz?

Bir gün bir kurtuluş olacaksa ancak çok okuyup, düşünüp süzgeçten geçirip bilinçlendikten sonra olabilir.

Yineliyorum artık sadece ülkemiz özelinde kadın cinayetleri için isyan etmiyorum. Gerçekten yeter. İnsanlığın olmadığı bir dünyada yaşamaktan çok sıkıldım. Şiddet her yerde. Kadına, erkeğe, çocuğa, ülkeye…. Canlı bombalar var bu yüzyılda hala daha… Yapay zeka insanlığı yok edecek derken, birileri de parçalanarak ölmeyi çok isteyip insanları katlediyor… Sonra da toplu yas tutuyoruz… Bu sefer daha çok kişiye… Çünkü cani bir kişi değil onu besleyen örgüt oluyor. Ona lanet ediyoruz. Niye, nasıl oluyor bütün bunlar? Sosyolog Durkheim açıklıyor mesela…. Okuyor muyuz? Biliyor muyuz?

O yüzden benim isyanım çok çok daha büyük. Caniler sadece biz kadınları katledenler değil, “insan olduğumuzu unutturan, insanca yaşama hakkımızı” her anlamda elimizden alan ve “katledilmemize izin veren” herkestir. Ve aynı zamanda “uyuyan herkes”tir.

Sözüm şimdi çok daha büyük bir dünya düzenine gidiyor.

Kimler, hangi ülkeler, hani büyükler, hangi kurumlar ne elde ediyor? Ruh hastası bir toplum yaratılarak “Prozac”kullanan insancıklar sayesinde kimler ne kazanıyor? Şiddet, vahşet haberleriyle reytingler mi artıyor? Tv kanallarında katil aramamız acaba tamamen safiyane duygularla insanlık için mi? Yoksa devletin, kolluk kuvvetlerinin, hukukçuların peşinde koşacağı davalara sıradan vatandaşın dahil olabilmesi her şeyi çok daha fazla mı normalleştiriyor? Kim ne elde ediyor?

Neden hala seks, uyuşturucu, silah ticareti var? Niye koca koca ülkelerin kontrol edemediği dark web diye bir şey var? Nasıl bir dünya bu? Niye? Üretmeyen ve ama sadece tüketen insanlardan oluşan bir dünya kime ne fayda sağlıyor? Herkesin kendini süper star zannettiği bir ilüzyondan kim ne elde ediyor? Kanaat önderlerinin kanaat sahibi bile olmadan, kanaat sahibi kişilerden 50 misli fazla kazandığı bir dünya kime faydalı? Açlıktan ölmeye terk edilen evsizlerin yaşam hakkı ellerinden alınırken kimler sosyal medyada bir post-story paylaşımına kaç bin liralar alıyor? Kim yaratıyor bu düzeni? Niye?

Bu nasıl bir dünya?

Gerçekten böyle bir dünyada mı hak-hukuk-adalet-eşitlik-özgürlük mücadelesi veriyoruz?

Hayatını kaybetmiş kişilerin ardından prim elde etmeye çalışarak mı yaşam hakkı savunucusu oluyoruz?

Üzülerek bir gözlemimi daha söyleyeyim. Dün Türkiye Pınar Gültekin cinayetiyle sarsılırken, çeşitli sosyal medya hesaplarının “Pınar Gültekin” üzerinden satış ve reklam yapmaya yönelik paylaşımlarını da gördüm maalesef. Ve evet, şu gözle gördüm belki de reklamcı olduğum için o gözle görebildim:

Still life çekilmiş, markaya dair konsept bir fotoğrafın altına #PınarGültekin yazılmış… Bu nedir? Takipçi kazanmak istemek veya satış yapmak istemekten başka bir şey değildir benim için. İnsanlıktan yoksunluktur.

Bu mudur? Yaşam hakkı savunucusu olmak? İnsan olmak?

Bu kadar büyük çerçeveden bakınca böyle bir dünya düzeninden umudum yok maalesef. Bu nedenle sıradan bir vatandaş, yeryüzündeki insancık olarak tek çabam kendi küçük dünyalarımızın değişmeye başlamasına yönelik. Tek umudum bu. Herkesi en önce toplum bilim – sosyoloji okumaya davet ediyorum. Ardından felsefe, psikoloji, ekonomi, tarih, siyaset, medya, sanat her türlü okumaya davet ediyorum. Sonra da konu ne olursa olsun, farklı farklı disiplinlerle ilişkilendirerek bakmaya davet ediyorum.

“Ben ünlü bilmem kim, Tedtalks konuşmacısı XX” ve “YY influencer” değilim halkı peşinden sürükleyen. Ve ama bizzat İdil olarak davet ediyorum.

Geldiğimiz dünya düzeninde kimin ne sıfatla kime konuk olduğu, kimin kimi ne vasıfla neye davet ettiği de ayrı bir tartışma konusu olduğu için artık yeter.

Gerçeklerin, iyi bir dünya hayalinin peşinde olan herkesin konuşma zamanı geldi, geçti.

İdil.

Diğer yazılar için: https://kafaseslericom.wordpress.com/author/idilguneysimsek/