Bir yazıya başlamak benim için her zaman sancılı bir süreç olmuştur. O ideal giriş cümlesini bir türlü oturtamadığımı düşünürüm ve tekrar tekrar silip yeniden başlarım. Bazen de hiç başlamayarak sonsuza kadar taslak halinde zihnimin bir kenarına fırlatırım. Fırlattığım o bütün taslaklar-yarıda bıraktığım, sonuna kadar gelip bitirmediğim- artık benim kontrolümden çıkmış ve başka bir dünyanın parçası olmuştur, istemsizce bir eşiği geçmiştir. Ben ne kadar inkar etsem de kişiliğimin ve dünyaya bakışımın bir yapıtaşı haline gelmiştir. Onlar artık mitik bir dünyanın parçalarıdır. Mitik dünya demişken, sahi nedir bu mitik dünya? Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak nasıl olur?

Mitler Bize Ne Anlatır?
Bugüne kadar hatrı sayılır kişiler az çok mitin ne olduğuna dair tanımlamalar yaptı. Ancak ben bu yazıda sizi bilimsel terimlere boğmaktan kaçınmak istediğimden dolayı Joseph Campbell’in mitler hakkında yazdıklarını aktarmak istiyorum. Şöyle demiştir Joseph Campbell “Mit, kozmosun sonu gelmez enerjilerini insanın kültürel yaratımına akıtan gizli bir yarık olduğunu söylemek çok ileri gitmek olmayacaktır. Dinler, felsefeler, sanatlar, ilkel ve tarihsel insanın sosyal biçimleri, bilim ve teknolojideki büyük buluşlar, uyku kaçıran düşler, hep o temel büyülü mit çemberinden doğar.“
Mitleri tek bir alana sıkıştırmak bana biraz haksızlık gibi geliyor. Mitler insandır. Bütün bir insanlıktır ve bizi birbirimize bağlayan, düşünce dünyamızın içinden doğduğu bir düş dünyasıdır.
Bu açıdan mitlerin bize ne anlattıklarına dair durup düşündüğümüzde, öylesine anlatılmış salt fantastik hikayeler olmadığını anlayabiliyoruz. Bizimle ve çevremizde bulunan her şey bir şekilde yarattığımız mitlerde yer bulmuştur. Bizi doğurup besleyen dünyayla ilgili derin bir gizemden bahsediyorum aslında burada. Mitler bize o derin gizemin kapılarını aralıyorlar. Modern yaşamın çırpınmaları arasında uzaktan az buçuk duyduğumuz bir şarkının ritmi gibi düşünebiliriz bunu. Bu ritim öylesine tanıdık, ama bir o kadar da yabancılaştığımız bir kavramı fısıldıyor bize.

Modern zaman insanının en büyük sorunlarından birisi de bu sanırım: Kendimize ve dünyaya karşı yabancılaşmak. Kendisini hiç bulmadan, hiç eşiğini geçip macerasına çıkmadan bu dünyadan göçüp giden insanları düşündükçe sancılı bir burukluk sarıyor içimi. Bunu bu yazıda itiraf edebilirim sanırım.
Mitler insanın kendisidir
Konuyu çok da dağıtıp sizleri gereğinden fazla soru işaretiyle bırakmak istemiyorum, ne diyorduk? Mitlerin araladığı o derin gizemin kapıları bizleri varlığımızın ve doğamızın en çıplak haline sürüklüyor. Dehşetli olduğu kadar da heyecan verici unutulmuş bir diyara yolculuğun ta kendisi. Yukarıda da bahsettiğim gibi, mitler insanın kendisidir. Bu da mitler hakkında bize şunu söylemektedir: Hepimizin mitleri vardır, kişisel mitlerimizdir bunlar. Korkularımız, kaygılarımız, ideallerimiz ve aşklarımız. İnsanın ruhuna ve düşünce dünyasına dair aklınıza gelebilecek her kavramın mitik bir karşılığı bulunmaktadır.
Hepimiz kendi dünyamızın bir kahramanıyız. Yenmemiz gereken bir ejderha ve kurtarmamız gereken bir prensesimiz vardır. Biz bunlardan haberdar olmasak bile, yaşamın içinde bizim karşımıza mutlaka çıkarlar. Bunlara girmemiz gereken bir sınav, başarmamız gereken bir hedef ya da kendimizi kanıtlama arzusu gibi örnekler verebiliriz.

Bir de kişisel mitlerimizin ötesinde, toplumun mitleri vardır. Bu mitler kamusal mitlerdir. Kişisel mitlerimiz ile toplumun mitleri birbirini besler, doğurur ya da çeliştirir. Bu çelişme durumu ve mitin insana etkisi psikanaliz biliminin fazlasıyla eğildiği bir konudur.
İşte tam bu noktada Freud, Jung ve Rank bizlere fazlasıyla etki eden bu mitin büyülü dünyasına eğilmişlerdir. Jung’un bu konu hakkında çok hoşuma giden ve kenara not edip altını çizdiğim bir düşüncesini paylaşmanın tam zamanı. Şöyle diyor Jung ‘’Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır; Kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur, içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.”

Jung’un bu sözleri üzerine satırlarca şey söyleyebiliriz. Benden önce de zaten mutlaka başkaları bir şeyler söylemiştir. O yüzden sizlerin de kafalarını çok fazla şişirmek istemiyorum. Bu modern çırpınmanın içinde Tanrı Kuşlarının Sesi ‘ni duymanızı ve mitlerin sizin için o araladığı kapıya bir göz atmanızı diliyorum. Unutmadan da bu yazıya ismini veren, Ursula K. Le Guin’in “Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak “ isimli kitabından bir şiir bırakarak sizlere veda ediyorum. Tekrar görüşmek dileğiyle.
Hexagram 45
Sözcükler, toplanın etrafıma!
Değişim Teyzeniz çağırıyor sizi,
Çağırıyor imparatoru saraya.
Yaklaşın, yaklaşın, bana yaklaşın!
Sıraya girin kendi kendinize,
Köylüler, tacirler, ustalar ve efendiler,
Cins isimler ve işçi fiiler,
Tatlı sıfatlar, mutluluğun adları.
Bürünün sözdizimi zırhına, çekin kılıçlarınızı.
Bağırın, kükreyin, yeni anlamlar keşfedin.
Kurtarın beni sessizlik ifritlerinden.
Mavilerin arasında kırmızı! Kırmızı! Diye bağırın.
Hikaye sonuna erdiyse, yeni bir tane yazın.
Yazar: Ege Öğüt
Stranger than Fiction: Yaşamak için ölmek yazısına buradan ulaşabilirsiniz.
Youtube kanalımıza gitmek için buraya tıklayabilirsiniz.