Stranger than Fiction: Yaşamak için ölmek

stranger than fiction 2

Stranger than Fiction, Harold Crick adındaki adamın ve onun kol saatinin hikayesidir. Harold, hayatı sayılar, sonsuz hesaplamalar ve çok az sayıda sözcüklerle dolu bir adamdır. Kol saati ise çok daha az konuşur.

Harold her iş gününün sabahı her bir dişini 76 defa fırçalardı. Her sabah kravatını Windsor düğümü atmak ona yaklaşık 43 saniye kazandırırdı.  Her sabah saniyesinde Kronecker otobüsüne yetişirdi.  

Gustav Eiffel?

Karen Eifell’ın Ölüm ve Vergiler adlı romanındaki bir karakter olarak karşımıza çıkar Harold Crick. Normal bir çarşamba sandığı bir iş günü, dişlerini fırçalayamamaya, kravatını bağlarken zaman kazanamamaya, otobüse koşarken yetişememeye başlıyor.  “Harold’ın hayatındaki yalın ve gösterişsiz unsurlarının yepyeni bir yaşamın tetikleyicisi konumuna geldiğinin apaçık göstergesi olmaları son derece enteresandı.” diyerek nitelenen yaşamı tepetaklak olmaya ve odaklanma sorunu yaşatmaya başlıyor.

Artık her zaman yaptığı gibi kafasını işine veremiyordur. Vergi memuru olarak hükümetin istediği sistematik, robotik ya da bir kol saati misali işleyen bir çalışanı olamamaktan daha dehşet verici bir şey düşünemeyen Harold, içgüdülerine yenik düşüp denetlemeye gittiği asi ve cesur fırıncı Ana Pascal hakkında fantezi kurmaya başlarken bulur kendini. Robottan ziyade düşünebilen bir insana dönüşen Harold, hayatı normal insanlar gibi yaşamaya ve tadını çıkarmaya başlar.

Artık fırça sayısını saymıyor ve öleceğinden habersiz Harold, Ana ile ilişki başlatıp aşık oluyorlar. Kulağı, saatinin tiktaklarında geçen bir adamın hayatı yaşama fırsatını veren şey ölümü oluyor. Yaşamı hak etmek için kendini ortaya koyması ve artık fırça sayısını saymadan dişlerini fırçalaması gerekiyor. Hayatı doya doya yaşamak için ölümcül bir hastalığa yakalanmayı beklememek ve Tanrı’nın kendisi için neler planladığına bağlı kalmadan yaşama devam etmesi gerekiyor. Yaşamın tadını çıkarmak için adrenalini tetiklemektense Harold gibi sadece sinemada keyif alacağı bir film seyretmek yetiyor. 

Ölüm en sonunda ansızın gelip onu buluyor. 

Bu hikayede anlatılmamış kısımlar olduğunu sezdiniz mi?

Harold, o günü çarşamba sanıyordu. Harold, tanrısal bakış açısıyla anlatılan hikayesinde, tanımadığı bir sesin, yani Karen Eifell’ın sesini duymaya başlıyor. Harold’ın sese olan tepkisinin nedenini ilerleyen kısımlarda da destekleneceği gibi, Karen’ın farkında olmadığını anlıyoruz. Kendisiyle değil, kendisi hakkında konuşan bu ses, Harold’ın düşünme şeklini, dikkatini, alışkanlıklarını sabote etmeye başlıyor. İlk kez, Miguel de Unamuno’nun Sis adlı romanında görülen “nivola” denilen bir apax durumuyla karşılaşıyoruz. Harold, teknik olarak Tanrısının sesini duyuyor.

Ana Pascal’a geri dönüyoruz

Harold’ın aksine sistematik işleyen yönetim, kurallar, tarifler ve emirlere karşı kendi değerlerini ortaya koyan ve kendi “etik” anlayışını benimseyen bir kadın olan Ana’nın kendine has yaşam biçimi, kafasındaki sesin de yardımıyla Harold’a ilham oluyor. Harold işine değil, Ana’nın dudaklarına, fırındaki kekin kokusuna, masum fantezilere odaklanmaya başladıkça Harold, sesin kaynağına olan merakıyla etrafında olup bitenleri daha dikkatli incelemeye ve yıllarca gözden kaçırdığı her şeye daha fazla sorgulayarak bakmaya başlıyor.

stranger than fiction

Harold gökyüzüne küfreder

Buraya kadar, Tanrı’nın sesi olduğuna inandığımız Karen Eiffel’ın kendisini, ölümle ilgili araştırmalar yapıp yazdığı kitabın finalini Harold’ın ölümüyle sonlandıracağını planladığını görüyoruz. Uzun zamandır kitap yazamadığı için yayınevinin gönderdiği asistan Penny’nin çıka gelmesiyle Karen’ın yalnız çalıştığını, yardıma ihtiyacı olmadığını ve ölümle ilgili kesin düşüncelerini Penny’nin onaylamadığını görünce sinirlenmesi “Tanrı yalnız çalışır” demenin basit hali olarak düşünülebilir. Yüksek bir katta bulunan dairesi ve  takdir mektuplarına cevap vermemesi de bu düşünceyi destekliyor.

Karen’ın içtiği sigaralar ve ölümle ilgili kitaplar yazıyor olması ilk gözlemde intihara meyilli olduğunu düşündürüyor. Oysaki ölümle yüzleşmeyi, kendi çapında kurgusal karakterlerinin ölümlerini yazarak ölümsüzleşmeyi planlıyor. Bunu Tanrı’yı oynamak ya da yalnızlığını pekiştirmek için yaptığını söyleyerek çeşitlendirebiliriz.

Harold’ın 10 yıldır süren yalnızlığı, tutkularını kaybetmesi, yaşamayı unutması esasında Karen’ın 10 yıldır hiç kitap yazmadığı süreç ve yalnızlığına belirgin bir şekilde atıfta bulunuyor. Harold’ı en sonunda öldürecek olması, kendi çapında bir intihar olacağı fikri “Herkes yüksek bir yerden atlamayı düşünür.” diyerek kendisi için de bunu istediği aşikar. 

Sözlü olarak Karen’ın dili, görsel olarak ise Magritte’in bakış açısından yararlanılırken Stranger than Fiction içinde kitabın ismini Ölüm ve Vergiler olarak görüyoruz. Bu özellikle Amerika’da sıkça kullanılan bir tabir. Asıl hikayesi; 1789 yılında Benjamin Franklin tarafından Jean Bapdiste Leroy’a yazılan bir mektupta “Ölüm ve vergiler dışında hiçbir şey kesin değildir.” dediği kısımdan alıntılanmıştır. Asıl ironi ise; Harold ölümden kaçarken, Ana vergi kaçırıyor.

Blaise Pascal? 

Harold, özellikle Ana’ya olan ilgisiyle, kurgudaki en zayıf noktasını ortaya çıkarırken, sosyal ve ikili ilişkilerde yaşadığı sorunlar ve eski hayatının konforlu ve kör kısmına geri dönmek istemesiyle Tanrı onu bi kez daha sarsma ihtiyacı duyuyor. Otobüs durağında beklerken “Harold bu zamana kadar saatini zamanı öğrenmek dışında hiç kullanmamıştı.” diyerek saate yüklediği karakterin önemini pekiştiriyor ve saat duruyor. Harold tekrar kurduğunda “Böylece saati Harold’ı değiştirilemez kader yoluna sokmuştu. Tasavvur edemediği şey, basit olduğunu düşündüğü, önemsiz gibi görünen bu hareketinin yakın gelecekte ölümüyle sonuçlanacağıydı.” dediğini duyduktan sonra Harold yardım almaya karar veriyor. 

Edebiyatçı Profesör Jules Hilbert ile yolları bir araya gelince büyük bir tezatlıkla karşılaşıyoruz. Harold’ın en büyük kusuru olan; mükemmellik ve düzenli hayatının tam tersi olan pasaklı ve dağınık bir yaşantı süren ama Harold’ın aksine dünyanın, görünenin ötesinde farkında olan bir karakter Harold’a ilham oluyor. Harold, Hilbert’ın yanına gittiğinde susan ses, onu kitap karakterlerinden biri olarak yazmamakla birlikte farkında olmadan asıl işbirliği içinde olan karakter olduğunu söylemek mümkün. Hilbert, profesörlük dışında cankurtaranlık yapıyor. Ancak edebi uğraşlar sonucunda Harold’ın hayatını kurtaramayacağını, ölüme ulaşan her insan gibi capcanlı olmasını tavsiye ederek, Karen’ın yakalamaya çalıştığı tutku arayışının peşine düşüyor. Böylelikle Hilbert, gizli Tanrı figürü ile öykünün varmak istediği neticeye hizmet etmiş oluyor.

stranger than fiction 3

Yüzleşme

 Tutkularını ve amaçlarını yeniden bulma sürecinde, Karen yazarak, Harold yazgısını yaşayarak bulmaya başlıyor. Böylelikle, Harold’da gördüğümüz arketipin aslında Karen’dan başkasına ait olmadığını söyleyebiliriz. Karen’ın hayatın tadını çıkarmayı öğrenen karakterini tarif etmesi, Harold’ın ertelediği gitar öğrenme girişimiyle idame ettiriyor. 

Filmin başında Harold, kendisine sorulan bir matematik sorusuna ilk başta yanlış bir cevap veriyor. Sonrasında ise Karen’ın düzeltmesiyle doğru cevabı söylüyordu. Asıl detay, verdiği ilk cevabın doğru, Karen düzelttiği sonuç ise yanlış olduğunu hesaplayınca görebiliriz. Bu, Harold’ın hayatını kimin dikte ettiğini ya da edeceğini sorgulamamız için verilen bir detay. Paralel işleyen tutku arayışları ve ölüme olan yakınlıklarını bu hesaplamayla tarif edebiliriz.

Kendini Keşif

Ana Pascal ile olan iletişim bozukluğunu cesur davranarak ve yazarın sözcüklerine sığınmadan kendi diliyle ve kucağındaki spesifik hediyesiyle düzeltme cesaretini göstererek kendisini tamamen aşmış oluyor. 

“Hayatımda, buraya gelip size bunları vermemi mütemadiyen ve açıkça söyleyen birçok neden var, ancak benim bunu yapmamın tek nedeni, sizi istiyor olmam.” diyerek bunu destekliyor. Sevgi söz konusu olduğunda kopya çekmeyen Harold, Ana’yı kendisine aşık ediyor. Böylece Harold hayata tutunmak için daha derin sebepleri oluşuyor.

(Trajedi mi komedi mi sahnesi) Ana Pascal’ın dünyayı kurtarma hayallerini pasta ve kurabiyeler pişirerek yapmaya çalışması, sistemde “vergi kaçıran” olarak görünüp otomatik olarak kötü ilan edilmesi fikrini tamamen sıfırlıyor. Ana, Harold’ın 10 yıldır geliştirdiği uyumlu karakterine tamamen tehdit oluşturacak bir şekilde yaratılmıştır. Harold için kurabiye pişirdiğinde, Harold’ın annesinin hiçbir zaman pişirmediğini ve hep dışarıdan aldığını söylemesi, esasında annesinden yana çektiği eksikliği anlatıyor. Hem Karen hem de Ana’nın anne figürü olarak bu eksiklikten kurgu mantığı açısından faydalandığını söyleyebiliriz. 

Kabullenme

Harold, Ana ile olan aşk hikayesine dönüşen gelişmeyi Hilbert’a anlatmaya gittiğinde mutlu sona olan inancını tetikleyecek bir şeyle karşılaşıyor ve Karen Eiffel’ın sesini Hilbert’ın seyrettiği eski bir programda duyuy or. Yazarının kimliğini öğrendikten sonra iletişim kurmak için her yolu arayan Harold, ölümünü yazmaya başlayan Karen’ı son anda yakalıyor. Daktiloya Harold’ın yaptığı telefon aramasında “Telefon çalar” yazdığında ve bunu iki kez daha yazdığında kendi telefonu çalan Karen, asla çalmayan ve asla cevap vermediği telefona cevap verince öldürmek üzere olduğu kurgusal karakterinin sesini duyuyor. Artık Karen, kusursuz planladığı ölümü ve şimdiye kadar öldürdüğü tüm karakterlerin hesabını tutarken büyük bir ikilemle yüzleşmek zorunda kalıyor; öldürecek miyim öldürmeyecek miyim?

Bir edebiyatçı gözüyle Hilbert tamamlanmamış romanı okuyor ve seyircinin gözüne, filmin içinde olmayan bir kaç olayın yazılı olduğu çarpıveriyor. (Dosya sahnesindeki kadın) Karen’ın ara sıra konuşmayı kesmesi ve “telefon çalar” yazarken kendi telefonunun çalmasını beklemiyor olması; aslında kurgunun birebir Harold’ın gerçekliğinden oluşmadığını kanıtlıyor. Üstelik Hilbert, Harold’a hikayeyi durdurmak için bir yöntem olarak evden asla ayrılmamasını tavsiye ettiğinde yeniden yardımcı tanrı rolünü alıyor. Ancak Harold evde olduğu sürece asla Karen’ın sesini duymuyor olmamız, kitabın bilmediğimiz kısımları olduğunu pekiştiriyor. 

“Hiçkimse ölmek istemez Harold”

 Hilbert romanı okuduktan sonra “Hiçkimse ölmek istemez Harold ama ne yazık ki bu kaçınılmaz. Harold bir gün öleceksin. Bir gün bir bankta kalp krizi geçireceksin, boğazına şeker takılacak ya da tatildeyken kaptığın bir hastalık yüzünden… Ama öleceksin. Her halükarda öleceksin. Birinden kaçsan, bir başkası seni bulacak ve seni temin ederim ki bu ölüm, ne onun yazdığı kadar şiirsel, ne de o kadar manidar olmayacak. Ama tüm tragedyaların tabiatı böyledir Harold. Kahraman ölür, ancak hikaye sonsuza dek yaşar.”  diyerek Harold’ın ölümünün Karen’ın ölümsüzlüğüne anlam katacağını onaylamış oluyor. Bu sohbetten sonra büyük bir acı eşiğinden geçen Harold, kitabı okuduktan sonra dışarıdan bakan gözden gördüğü hayatının kusursuz bir ölümle taçlandırılmasına hevesle onay veriyor.

Mesela ilk kez saati durduğunda öleceğini öğrendiği zaman biraz erken kurmuş olması bir kelebek etkisi yaratıp korkunç bir kaza geçirmesine neden oluyor. Ancak ölmüyor ve gözlerini hastanede büyük bir hasarla açıyor. Artık saati sonsuza dek takmasına neden olacak bir hasar… ve hayatını anlamlı kılmaya devam etmek için bir fırsat daha. Böylece başka birisinin hayatına kattığı fayda, verdiği zarardan fazla ve sonuna kadar değmiş oluyor.  

Karen, ölümle yüzleşmiş ve ölüme tutunarak hayatta kaldığı süreci, yaşama dönüştürme evresine giriyor.  

Final

Ölümün, hayatı bu kadar yaşanası kılmasını Karen, bir kitapta binadan atlayıp intihar eden bir kadının görüntüsüyle açıklıyordu. “Binadan atladığında, kendini öldürdüğün hissi çok nadir hissedilirmiş. Atlayan bir kadının resmi vardı. Kan başının etrafına yayılmış, kolları ve bacakları ince bir dal gibi kırılmıştı. Ama yüzü… çok huzurluydu. Bence bunun tek sebebi, ölmeden önce hissettiği tek şeyin yüzünü yalayan rüzgar olmasıydı.” diyor. Ünlü yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu’nun da dediği gibi “Ölmek üzere olan insanlardan daha canlısı yoktur. Nefes alırlar, hayatın her anını hissederler”. Harold öleceğini öğrendiğinde iki zıt duyguyu sırayla yaşıyor: Korku ve Cesaret. İkisi de kaçınılmaz bir şekilde, öncelikle kendisini hiçbir şey yapmadan evde oturarak korkunun hakim olmasına izin vererek gerçekleştiriyor. Daha sonra ise cesaretini ortaya koyup kaçınılmaz olana razı geliyor. Her adımda biraz daha öldüğünü ve bir o kadar da yaşadığını keşfediyor.   

Karen, kitaplarının temasını, ölümü asla hak etmeyen ve yaşamayı öğrenen insanları öldürerek sağlasa da bu kitabını yazarken onların oyuncak değil gerçek insanlar olduğu gerçeğinin farkına varmasıyla temada büyük bir değişiklik yapmış oluyor. Yaşamdan keyif almak için ölmeyi beklememek…

Yazar: Mina Kabar

Kitap Önerisi: Mavi Küf için buraya tıklayabilirsiniz.

Youtube kanalımıza gitmek için buraya tıklayabilirsiniz.