Sevgi

Sevgi üstüne yazılmış nice satır, söylenmiş yüzlerce şarkı varken yine bile insanın çözümleyemediği en temel duygulardan biri olarak 21. yüzyılda karşımıza “sevme-sevilme” problemi çıkabiliyor.

Yalnızlığın esaretinden kurtulma, birleşme ve yaşam sınırlarını aşan bir bütünlüğe ulaşma gayesi biricik insanın varoluşsal meselesi iken maalesef sevgiyle arası çoğunlukla iyi olamıyor.

Psikanalist, sosyolog ve filozof Erich Fromm “Sevme Sanatı” adlı eserinde sevmenin bir sanat olduğunu belirtir. Sevgi ona göre edilgen değil; etken bir olaydır ve sevgi, vermektir.

Devam ediyor. Tüccar anlayışlı bir kişinin sevmeye hazır olduğundan ama ancak karşılığında bir şey alırsa bunu yapabileceğinden bahsediyor. Çünkü o kişi vermeyi, bir şeyden vazgeçmek ya da yoksun kalmak zannederken; üretken kişilik için vermek, güçle dolu olmak anlamına geliyor. Bu kişi vererek yüceltilmiş bir canlılık, doluluk ve coşku hissediyor.

“Verme eylemi olarak sevme yetisi, kişiliğin gelişmesine bağlıdır.” diyerek şu satırlara yer veriyor:

“Verebilen kişi, yaratıcılığının baskın duruma gelmesini öngörerek bağımlılığını, başkalarını kullanma, hep alıcı olma isteğini yenmiş; kendi insanca güçlerine güvenme gözü pekliğini elde etmiştir. Bu özellikler ne ölçüde eksikse, kişi vermekten -bu yüzden de sevmekten – o denli korkar.” (s:32)

Kitabın sayfalarını çevirdiğimizde sevginin temel ögelerini okuyoruz: İlgi, sorumluluk, saygı ve bilgi.

Örneklerle açıklıyor.

“Bir kadın çiçekleri sevdiğini söylese ve ama onları sulamasa çiçekleri sevdiğine inanamayız.”

Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir.

Sorumluluk ise, bir yükten ziyade gönülden gelen bir davranış; sevdiğimiz kişinin ihtiyaçlarına verdiğimiz yanıttır. Saygı, o kişinin kendine özgü bireyselliğini fark edebilmek; bilgi ise derinden tanıyabilmek, o insanı öğrenme isteğidir.

Tam olarak burada çok çarpıcı bir örnek veriyor ve çocukların keşfetmek istedikleri bir şeyle kurdukları ilişkiyi anlatıyor.

Bir çocuk bir aleti tanıyabilmek için onu alıp, açıp, kırabilir ya da bir kelebeğin kanatlarını acımadan koparabilir.

Biz büyükler ise o öze ulaşabilmek için egemenlik kurmaya, karşımızdaki üzerinde güç kazanmaya çalışırız ve farkında olmadan o kişiyi özne olmaktan çıkartıp bir nesne durumuna sokarız.

Oysaki o gizi, özü öğrenmenin yolu sevgidir.

“Sevgi, iki insanın birbirilerine varlıklarının özünden bağlanması ile doğabilir ancak. … Böyle yaşanan sevgi sürekli bir meydan okumadır, birlikte oluşma, büyüme ve çalışmadır; uyum ya da çatışma, neşe ya da üzüntü olup olmaması bile önemsizdir; temel gerçek şudur: İki insan birbirilerini varlıklarının özünden tanırlar, kendilerinden kaçmak şöyle dursun, kendilerini buldukları için bir olurlar. Sevginin var olduğuna dair bir tek kanıt vardır; bağlılığın derinliği, seven kimselerin canlılığı ve güçlülüğü.” (s: 98)

Sevmek, sanattır demişti Fromm. Sevme sanatını meraklısı olduğumuz bir sanatı icra edebilmek için çıktığımız yol ile ilişkilendiriyor.

Bir sanatın uygulanabilmesi için her şeyden önce disiplin ve sabır gerekir. Bununla birlikte öğrenebilmek için o sanata büyük bir ilgiyle yönelmek gerekir. Aksi takdirde herhangi bir sanata meraklı olsak dahi başarılı olabilmemiz ya da ustası olabilmemiz mümkün değildir.

“Sevme Sanatı”nda başarısız olmuş, nevrotik sevgileri, putlaştırıcı sevgileri, yansıtma yöntemlerinin kullanıldığı hastalıklı sevgileri ve hatta “romantik sevgi” olarak adlandırılan ve Fromm’a göre yalancı sevgi türlerinden birini oluşturan bütün yanılgıları (s.81-101) ; sevgi zannetmiş, zanneden ve zannetmeye devam edecek tüm insanlıktan tek dileğim bir gün gerçekten saf, öz sevgiyle buluşabilmemiz.

Diğer yazılar için: https://kafaseslericom.wordpress.com/author/idilguneysimsek/