Yazmak Üzerine

Yazmak üzerine konuşmak istiyorum bugün.

Yazı yazmayı öğrendiğinden beri yazan bir insanım.

Günlüklerle başladı her şey, sonra denemeler, şiirler derken edebiyat derslerini çok sevdim. Hala daha unutmam, lisede “Sonbaharda düşen bir yaprak olsan nereye koyardın?” sorulu kompozisyon sınavında aldığım keyfi ve mutluluğu. Başarılı bir öğrenciydim -doğal olarak göze batan ve belki de öğrenci kesimince pek sevilmeyen- Oysaki ona buna atlayarak kendisini göstermeye çalışan ya da hocaya kek-börek götüren biri de olmadım… O zamanlar çocuksu, ergen haller zannederdim. Malum yarış atı gibi yarıştırılan milyonlarca “proje çocuk” var. Dostluk, sevgi, başkasının iyiliğini isteme, başkasının başarısından mutluluk duyma, birbirine destek olma gibi duygular yerine pek tabii ki rekabeti, “en” olma zorunluluğunu ve hasetliği aşılayan. Hal böyle olunca da yetişkinlikte de benzer paternleri görmeyi “artık” yadırgamıyorum. Neyse yazmaya dönelim… Serbest çağrışımla laf lafı açar durur bende.

Kağıt-kalemsiz de yazarım ben. Aklıma bir ezgi gelir, mırıldanır dururum üzerine. Anlık bir durum ya, hemen teknoloji yetişir imdadıma. Yolda yürürken, vapurda giderken, telefonum; hafızasını şişiren şarkıcıklarla doludur. Zamanı geldiğinde gün yüzüne çıkmayı bekleyen.

Bir dönem oldu, Radikal vardı o zamanlar. Radikalblog’da yazılar yazardım. Çoğu zaman anlaşılmadığına yönelik geri dönüşler alırdım. Umursamazdım. Kendim için yazardım o zamanlar.

Sonra mesleğim yazmak oldu.

İlk başlarda çok mutluydum. Bir insanın en çok sevdiği şeyin mesleği olması harika olmalı, zannediyordum. Hele ki reklam sektöründe yazar olmak çok havalıydı. Metin yazarlığı ve reklam yazarlığı arasındaki farka dikkat çekmek reklamcıların en sevdiği yaratıcılık ve özgünlük ibaresiydi. Belki de bu yüzden hala daha bir reklam yazarının, fikirden filme, müzik seçimine uzanan iş tanımından bihaber, hatta bırakın onu işinin redaksiyon yapmak olduğunu zannedenler var. Yanlış anlaşılmasın, niyetim “yazar” adı altındaki farklı uzmanları vurgulamak. Metin yazarı, reklam yazarı, redaktör, editör… Farklıdır uzmanlıkları, görev tanımları.

İkinci bir neyse daha… Ne diyorduk? Ah evet, çok havalı harika meslek beni yazmaktan soğuttu. Üslubumu kaybettim, anlatı biçimim değişti. Kendim için yazmıyordum artık. Tüketici için yazmak, mesleğin gerekliliğiydi. Derdimiz anlaşılmaktı ne de olsa. Ama sonra tüketici için de yazmadığımı fark ettim, Türkçe bilen herkesin huzurunda sanki jüriye yazıyordum. Herhangi bir ödüllü yarışmaya katılmıştım sanki ama kuralları, biçim-üslup değerlendirmesi vb. hiçbir kriteri olmayan. Tamamen keyfi. Üstelik kalabalık jüri. Bir alanda yarışma düşünün. İşi bilen, yazar, çevirmen, editör, dramaturg ve benzeri kişiler olur. Ha yine yanlış anlaşılmasın, ödüllü yarışmaların yansızlığına da çoğu zaman inanamam. Ama yine de bir sebep-sonuç ilişkisi, alanında uzman kişilerce değerlendirme kriteri vardır… Bakalım, tanışıklık ilişkisi olmadan başvurduğum bir yarışma var. Sonucu ne olacak, merak içindeyim.

Evet, üçüncü bir neyse daha…

Yazma eylemiyle haşır neşir olan birisi olarak farkların altını çizerim hep.

Senarist başkadır, roman yazarı başka… Şair başka öykü yazarı başka. Hele ki sanat kaygılı edebi anlatımla ticari kaygılı kitle iletişimi yapmak bambaşkadır. Markalara hikaye yazdığım için hikaye yazarı demem kendime. Şarkı sözü yazdığım için söz yazarı da demem. Sonra reklam filmi senaryoları yazdığım için senarist de demem. Şiirlerim var diye şair, sandıklarda ya da artık bilgisayarlarda saklı denemelerim, hikayelerim, masallarım var diye “yazar” da demem.

Bütün bu sıfatları kendime verebilmek için ciddi anlamda hak edecek işler yaptığıma inanmayı beklerim.

Danışıklı dövüşlü ilişkiler sonucu kolon sahibi olan yazarlar, aynı şekilde yayınevi tanıdığı olanlar ya da -tanımasa da- bütçesini ayarlayarak kitap çıkartan yazarlar ya da ne bileyim bir tane yaratıcı yazma atölyesine katılıp yazar olanlar… Ben o yazarlardan olamadım bir türlü. (Beni tanıyanlar biliyor, tanımayanlar için sözüm nitelikli işler çıkartma gayesinde olan insanlara kesinlikle değildir. Üzülerek gözlemlediğim tabloda -ilgili ilgisiz- tamamen PR amaçlı, kişisel hırs ve ünvanına ünvan katmak amacıyla niteliksiz dahi olsa kendisine bir takım etiketleri verenleredir. Üç saatlik eğitime katılıp eğitmenim diyebilenler gibi yazarım diyebilenleredir.)

Dördüncü bir neyse daha… Bütün bunlara ne gerek vardı?

Yazar kökenli reklamcı mesleğini yaratıcı dramayla buluşturursa ortaya farklı şeyler çıkabiliyor.

Maksat yaratıcılığın geliştirilebilir bir beceri olduğunu ve üretmek isteyen kişilere faydalı olabilmek olunca doğaçlama bir hikaye çıkabiliyor karşımıza. Hikayeyi okumak isteyenler instagram sayfamı ziyaret edebilir, sürecin nasıl geliştiğini görmek isteyenler ise öne çıkanlar “Doğaçlama Hikaye” paylaşımına göz atabilir.

Nitelikli iş yapmak isteyen, bu işi ideal yollarla, olması gerektiği gibi yapabilmek isteyen bir kişi olarak zannedilmesin ki üretim ve yaratımı desteklemiyorum. Tam tersine yaşam boyu gelişimi destekliyorum, insanların kendini geliştirmesini, hatta “mükemmeliyetçilik” sendromuna düşmeden üretebilmesini destekliyorum. Ve o sendroma düşenlerden biri olarak bunu söylüyorum…

Asıl konuya gelebilecek olursak; doğaçlama yazmak keyiflidir. İstediğiniz sonucu belki verir belki veremez. Ama denemeye değer!

Diğer yazılar için: https://kafaseslericom.wordpress.com/author/idilguneysimsek/