Linç kültürü diye bir tabir daha dile getirilmemişken de biz linç etmeyi severdik. Sosyal medyanın hayatımıza girmesi ile birlikte İngilizce “cancel culture” denilen linç kültürü de hayatımıza girdi. Başlarda bir ünlünün yaptığı ya da söylediği bir söz üzerine buna kızan kişiler takip etmeyi bırakarak tepki göstermeye başladı. Daha sonra bu tepki az geldi ve dozu her geçen gün arttı. Sadece ünlülerle kalmadı. Toplumdaki herkese sıçradı. Orta çağda birisi idam edilirken toplum nasıl o mahkuma bir şeyler atıyorduysa şimdi de dijital versiyonu haline geldi.

Kimi? Niye? Neden?
Sosyal medyada belli başlı konular var. Bu konuları artık konuşamaz olduk. Eğer o konu ile ilgili bir fikir beyan ederseniz ve o fikir sosyal medyada oluşan genel kanaate uymuyorsa, yandınız. Vay halinize. Geçmiş olsun linç edildiniz. Hepimiz insanız ve hata yapabiliriz. Bazen düşüncesizce bir söz söyleyebiliriz. Ama kitlenin hoşuna gitmedi mi? Yandınız, vay halinize. Linç edildiniz.
Hadi diyelim ki bunlar gerçekten sizin söylediğiniz şeyler ve sonucunda linç edildiniz. Peki ya söylemediklerinizden dolayı linç yerseniz ne olacak? İşte sorun burada başlıyor. Çevrimiçi hayatta o kadar çok yalan ya da dezenformasyona uğratılmış bilgi dolaşıyor ki bazılarının doğruluğunu teyit etmek neredeyse imkansız ama yine de linç ediliyor. Peki niye?
Ne kadar dürüstsün?
Bu soruyu linç meraklılarına soruyorum. Hadi biraz elimizi vicdanımıza koyalım ve dürüstçe cevaplayalım. Örneğin, büyük bir hata yapan arkadaşını amansızca, var gücünle savundun mu hiç? Cevabın evetse arkadaşını savunan birini linç edemezsin. Peki, kendin büyük bir hata yapıp, bu hata ortaya çıkmasın diye elinden geldiğince saklamaya çalışıp, yanına kar kaldığı oldu mu? O zaman benzer bir konuda kimseyi linç edemezsin.
Edersin belki ama yüzsüz olursun. Daha doğrusu iki yüzlü olursun. Eninde sonunda foyan ortaya çıkar. Bu sefer de rezil olursun.
Hadsizlik had safhada.
Bu konuya dair yazma isteğim geçen hafta tetiklendi aslında ama anca kafamı toparlayabildim de yazıyoruz. Sonuçta sosyolog değilim, bu konularda ahkam kesebilecek bilgi düzeyinde de değilim muhtemelen. Ama adaletsizliğe ve iki yüzlülüğe dur demek isteyecek kadar da “İNSAN”ım.
İki yüzlülük dedim ya, tetiklenme konum da şu oldu. Ünlü bir oyuncu bir hata yapmış, konu yargıya taşınmış ve taraflar birbirinden şikayetçi olmuş. Hassas bir konu olduğu için ünlü oyuncu zaten linç edildi, o tamam. Sonra oynadığı diziden ayrıldı, en azından öyle söylendi. O da tamam. Sonra arkadaşı olan başka bir ünlü oyuncu “O öyle birisi değildir. Konu yargıya taşındı zaten. Ben aklanacağına inanıyorum.” minvalinde bir şeyler söylemiş. Aman Allah’ım bir linç başladı ki “vay efendim sen O’nu nasıl savunursun?” “Gözümden düştün, yazıklar olsun” gibi cümleler havada uçuşuyor. Yahu hadi buna da tamam ama bir tanesini okudum ki hadsizliğin ve vicdansızlığın doruk noktası artık. Şu bağlamda bir şey söylemiş “Bilmem kim duy bunları, gör kocanı, yazık sana.”
Doğru mu okuyorum acaba diye tekrar okudum ve maalesef evet, doğru okumuşum. Yani diyor ki ayrıl ondan senin eşin bunları söyledi, gerçek yüzünü gör ve ayrıl. Hata yapmış olan bir arkadaşını, karşı tarafı bile suçlamadan, öyle bir insan olduğuna inanmıyorum, aklanacağına inanıyorum dediği için hem de.
Kan beynime sıçradı. Vicdansızca bir suçu olmayan birisinin ailesini, sırf senin hoşuna gitmeyen bir şey söyledi diye yıkmak isteyecek kadar çıldırmışsınız.
Bu konuya bu kadar sinirlenmemin sebebi ise şu ki bu linç kültürünü ve getirdiği hadsizliği o kadar çok hayatımızın içine aldık, o kadar çok öyle yaşamaya başladık ki genel karakterimiz haline geldi. Hemen hemen her konuda bu anlayış ve bu kafa ile mücadele eder olduk. İşte bu yüzden bu kültüre çok sinirliyim.
Dipnot: Bir dipnot yazacaktım ama durduk yere linç edilmek istemedim.
Yazının Sorusu: Linç ister misin?
Diğer yazılarımı okumak için: https://kafaseslericom.wordpress.com/author/eraykagansimsek/