Hepimizin anlatabileceği bir hikaye var bu hayatta. Kimisi anlatmayı sever, kimisi geçiştirerek bahsetmeyi. Kimisi uzun uzadıya hikayeleştirerek aktarır, kimisi ise hiç sevmez üstüne konuşmayı. Ben ne anlatmayı sevenlerdenim ne de üstüne konuşmayı sevmeyenlerden. İçimden geldiği gibi olanlardanım ya da kafası karışıklardan.

Küçük kasabadan büyük şehirlere yolculuk.
5 bin nüfuslu küçük bir kasabadan çıktım yola. Neden kamp yapmayı sevdiğimize dair bir yazı yazmıştım. O yazımda kısa olsa da biraz bahsetmiştim Alpullu’ dan. O yüzden yola çıktığım 2001 senesinden başlatıyorum hikayemi. Lise sınavlarına girmişim ve Kütahya Fen Lisesi’ ni (şimdiki adıyla Nafi Güral Fen Lisesi) kazanmışım. Evde sevinç ve hüzün bir arada. Kolay değil 14 yaşında daha bir çocukken yatılı okula hem de 9 saat uzaktaki bir yatılı okula gidecektim. Okulun kapısından uğurladım ailemi. Annemin dediğine göre gözüm yaşlıymış. Çok sene geçti hatırlamıyorum 🙂 Bence değildi 🙂 Kütahya büyükşehir değildi. Ama benim gibi Alpullu’ da, Lüleburgaz’ da büyümüş birisi için gayet büyüktü. İlk şehir yolculuğum öyle başladı.
4 yıl geçirdim Kütahya’ da. Zamanla orası da küçük gelmedi değil tabi. Zaten bir şehrin tüm sokaklarını bilir hale geldiğinizde artık daha büyüğüne geçmek istemez misiniz? Ben de öyle yaptım. Üniversite sınavlarına girdim ve sebebini bilmediğim bir şekilde küçüklüğümden beri hayalim olan Ankara’ da daha yeni açılmış bir üniversite olan TOBB ETÜ’ yü kazandım. Ve büyükşehir yolculuğum da öyle başladı.
Düşe kalka öğrenenlerden oldum hep.
Böyle bir cümlede ne kadar kolay söyleniyor hemen; 4 yıl orada kaldım, 14 yıl burada kaldım diye. Arada yaşanan çok şey var tabii ama konumuz orası değil.
Dedim ya ben düşe kalka öğrenenlerdenim. İlla başıma bir olay gelecek ki yanlıştan döneyim. Üniversite hayatının başlaması ile gezme tozma dönemim başladı. Lisede yatılı okuyanlar, o dönemin bitmesi ile nasıl bir özgürlüğe kavuştuğumu anlayacaktır. Sabah kalk diyen yok, akşam yat diyen yok. Hadi şimdi çalış diyen yok, hayır şu saatten sonra çıkamazsın diyen yok. Muazzam bir özgürlük. Tabi kontrol biraz kaçabiliyor. Sonuç? Hazırlık tekrarı. Gerçi 2005 yılı girişliler bilir, o dönem hazırlık geçme sınavında bazı soru işaretlerimiz var hala kafamızda. Ama sonuçta ilk düşmeyi hazırlık tekrarı ile yaşadım.
Sonra bölüm dersleri başladı. Akıllandım sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Tabii ki gezme tozma devam. Bizim okulda bir kural vardı. Hala nasıl bilmiyorum ama benim zamanımda burslu öğrenci iseniz yıl sonunda 2,50 ortalamanın altında kalırsanız bursunuz kesiliyordu. Sonuç? Birinci sınıf birinci dönem not ortalaması 2,19… Korkunç. İkinci düşüş. Bu sefer akıllandım tabi mecburen işin şakası kalmadı. Toparladım neyse ki. Bir daha da öyle bir durum yaşamadım. Bir kere korkusu yetti.
İş hayatı…
En korkuncu bu sanırım. İş hayatı… Doğruya doğru şimdi burada biz bizeyiz. Kim seviyor çalışmayı? Çalışmaktan kaçtığımdan değil bu arada. Yanlış anlaşılmasın. İyi çalıştım. profesyonel iş hayatımın ilk üç senesi oldukça yüksek tempoda geçti. Sonra yoruldum, askere gittim. Askerlik insanın hayatına çok şey katar demişlerdi. Ben lisede yaşadığım dört yılın tekrarını yaşadım resmen. Neyse bir şey katmadı bana yani. Döndüm. Tekrar iş hayatı. Mülakatlar, görüşmeler derken başladım tekrar. Sabah 9 akşam 6. Rahatsız etti bir süre sonra. Yaşadıklarım ve gördüklerimin etkisi ile bu böyle yürümez dedim kendi kendime. Fark yaratmak istedim ve kendi girişimimi gerçekleştirdim. Sonra işler umduğum gibi gitmedi. Koşullar da el vermedi. Bir de yanlış verilen kararlar. Üstüne üstlük de 2 sene içinde 2 seçim geçirince. Kısacası sonuç? Şirketi kapattım. Sonra benim için İstanbul’ dan Ankara’ ya gelen eşimle tekrar İstanbul’ a taşındık. Her şey değişti. Değişmeyen tek bir şey kaldı. 9-6 mesai. Kim icat etti bu standart mesai kavramını acaba? Neyse konumuz bu da değil.
Girişimciyimdir aslında ben.
Yırtık dondan çıkmak diye bir tabir var ya. Tam olarak öyle biriyimdir aslında. Bu kadar kaosun içinde düştüklerimden ders almayı bildim. Sonuçta düşe kalka öğrenirim. Ama bu aralar fazla ders aldım ya da ders almak için fazla durdum sanırım. Eşim bir süredir üstündeki ölü toprağını at artık diye söyleyip duruyor. Bildiğiniz üzere Instagram sayfamız da var bizim; Kafa Sesleri olarak. Orada eşimin hazırladığı bir paylaşım var. Sokrates söylemiş : “Senin almaya cesaret edemediğin riskleri alanlar, senin yaşamak istediğin hayatı yaşarlar.”
Herkesin bir hikayesi var dedim ya. Herkesin bir dur, başla, ara ver noktaları. Ben sanırım o söz ile birlikte tekrar geldim “Başla” noktama.
Dipnot: Bu hikaye benim size bahsettiğim hikaye. Çok detay vermedim belki de. Sonuçta benim hikayem değil mi? Az ya da çok. Sizin de bana anlatacağınız hikaye olursa, ben de biraz daha anlatırım belki.
Yazının Sorusu: Siz hangisisiniz? Anlatmayı sevenlerden mi?
Diğer yazılarımı okumak için: https://kafaseslericom.wordpress.com/author/eraykagansimsek/