Son zamanlarda tetiklenen bir sorgulama var içimde. Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. En sevdiğim dersler, sosyoloji, sosyal psikoloji, siyaset felsefesi ya da siyaset sosyolojisi idi. Siyasal tarih, siyaset bilimi derslerini açıkçası çok sevmezdim. Ekonomi hele aman dedirtirdi… Ama iktisadi düşünce tarihini severdim… Medeni hukuk derslerini severdim, borçlar hukuku ı-ıh… Neyse konumuz dağılmasın.
Herkes Avrupa’yı, dünyayı gezmek için ekonomik olarak uygun, keyifli öğrenci hayatı olan, genç nüfuslu şehirlere eğlence odaklı gitmeyi tercih ederken; gidip devlet adamı, siyasetçi yetiştiren bir okulda (Sciences Po Paris) zorluklarla bir yılımı tamamladım. Yurt dışında yaşama isteğimin olmamasında, geçirdiğim o bir yılın katkısı büyüktür diye düşünüyorum…
İnsan bilim ve toplum bilim özelinde araştırmalarla, çalışmalarla farkındalık gelişebileceğine inanmıştım. Ancak bu şekilde bilinçli insanlardan ve barışın, huzurun hakim olduğu toplumlardan oluşan bir dünyada yaşayabileceğimizi zannetmiştim.

Mikrodan Makroya İyi Dünya Hayali
Önce psikoloji bilimiyle insan kendisini tanıyacaktı, ardından da her bir insanın aydınlanma yolculuğu ile insanlardan oluşan toplumlar dönüşüme uğrayacaktı. Toplumların dönüşümüyle birlikte de dünya aydınlanacaktı. Mikrodan makroya giden bir hayalim varmış… Hayal bile oldukça zayıf ve yetersizmiş.
Anca bugün 32 senenin sonunda; bu kurgunun gerçekleşemeyecek olduğunu anladım. Yine de benim elimden gelen insana dokunmak olduğu için buna çabalıyorum. Yoksa yeryüzündeki biricik insanları yönlendiren; biz insancıkların hiçbir etki alanının olmadığı, gücümüzün dahi yetemediği koca koca yapıları yönetmedikçe “iyi dünya” hayal olarak kalacak… Makrodan mikroya inmek gerekiyormuş…
Çünkü “güç” gerekiyor. Ve o gücün nasıl kullanıldığı bütün dünyayı, toplumları, biz insancıkların mikro hayatlarını şekillendiriyor.
Hayatımda ilk defa “Madem böyle bir hayalim vardı neden hiçbir zaman siyasetin içine girmek istemedim?” diye sorguladım.
Lider vasıfları taşıdığımı düşünmedim, o denli büyük bir sorumluluğun altından diplomatik beceriler geliştirerek kalkabileceğime inanmadım. O dünyalar için zayıf ve naiftim. Korkaktım belki de. Bir de duygu-düşüncelerimi saklayamam. Dolambaçlı iletişim de pek bilmem. Uzun vade stratejisi kurabilecek bir kafam da yok açıkçası…
Kendi halinde, kendi anlam arayışında olan bir insandım. Kendi varoluş amacımı bulmaya çalışmakla meşguldüm. Belki de kendimle olan yolculuğum bitmiştir ve o yüzden bugün bu soruyu sorabilmişimdir kendime. Bilmiyorum.
Evet artık daha güçlü hissediyorum, eskisi kadar naif miyim zannetmiyorum. Ha ama cesaretim var mı? Hayır. Kendime atfettiğim kişilik özelliklerim değişti mi? Hayır. O yüzden…
“İyi dünya hayalini gerçekleştirmeyi ülkü edinen, cesur ve gerekli vasıflara sahip iyi niyetli ve açık görüşlü kişiler çoğalabilse…” demekten başka sözüm kalmıyor geriye maalesef…
Diğer yazılar için: https://kafaseslericom.wordpress.com/author/idilguneysimsek/