
Hani derler ya “Dostunu yakın tut, Düşmanını daha yakın!” diye. Bu günlerde bunu düşünüyordum ve şu sonuca vardım: Dost görünenlere dikkat etmek lazım! İnsan kendisini seveni bilir. Kendisini sevmeyeni de bilir. Ancak kendisini sever gibi görünen ama sevmeyeni… İşte burada sıkıntımız başlıyor. O insanların sevip sevmediğini bilmediğimiz gibi ne istediğini, ne amaçladığını da bilmiyoruz. Bizi kullanıyor mu? Yoksa bizimle eğleniyor mu? Tamamen çıkarcılık peşinde mi? Daha bir sürü soru işareti…
Bu konuya nereden geldim?
Ters köşe yapmayı seven bir insanım. Şimdi dost görünenlere dikkat deyince aklınıza “Ne kazık yedi acaba?” diye bir şey geldiyse yanıldınız. Dostlarımdan kazık yedim tabi ama konumuz bu değil. Ben çok şükür dost bildiklerimi zor yollarla da olsa ayırt etmeyi öğrendim.
Bu konuya tamamen ülke gündeminden geldim. Nasıl mı? Hadi başlayalım.
Öncelikle biliyorsunuz bir özel kalemlik geçmişim var. O yüzden hem devlet işlerinin nasıl yürüdüğünü bilirim hem de maiyetin ne demek olduğunu bilirim. Eğer maiyetinde olduğunuz kişi ne kadar üst makamlarda ise sizin de öneminiz bir o derece artar. Ayrıca makam ne kadar yükselirse, hem makam sahibi hem de maiyeti yalnızlaşır. O yüzden kendi içinde ayrı bir yakınlık oluşur makam ile maiyet arasında. Artık makam ne derse maiyet onu mutlak doğru gibi kabul eder ve maiyet ne bilgi verirse makam onu doğru kabul eder. İnanılmaz bir karşılıklı güven oluşur. İşte tam da bu noktada maiyetin içindeki çürük elmalar ortaya çıkmaya başlar. Bazı şeyleri kendi egosuna, isteğine, işine geldiği gibi aktarmaya ya da uygulamaya başlar. Tabi makamın altındaki görevlerde bulunanlar da onlara bu insanlar tarafından aktarılanları sorgulayamaz. Çünkü maiyetin aktardığını sorgulamak demek makamı sorgulamak demeye kadar gelebilir iş.
Etrafınızda ne kadar çok dost görünen varsa o kadar tehlikedesiniz!
Şimdi yukarıda yazdığım bazı makam sahiplerini ya da maiyetlerindeki kişileri kızdırabilir. Ama bir düşünün ulaşmaya çalıştığınız makamları… Hangisine ulaşma çabalarınız sonucunda ulaşabildiniz? Biz değil miyiz ki o makama ulaşmak için yanında bilmem kimi tanıyan bilmem kim aracılığı ile randevu almaya çalışan? Niye? Hepimiz bu durumu kabul etmişiz de ondan.
Aslında ülkece yaşadığımız sıkıntıların en temel sebebi ve özeti budur. Etrafınızda ne kadar kalifiye insan varsa, ne kadar dürüst insan varsa o kadar doğru kararlar alabilirsiniz. Sizin kötü bir insan olmanıza gerek yok, eğer yanlış yönlendiriliyorsanız istemeden yanlış kararlar alabilirsiniz. Ama sorumluluk sizde olduğu için sonuçlara katlanmak da size kalır. Ondan sonra sinirlenirsiniz doğal olarak ve “Ben kötü bir insan değilim!” dersiniz.
Bütün her şey ne kadar iç içe değil mi?
Bu konuya ülke gündeminden geldim ama sonra düşündüm de ne kadar aslında hayatın içinden olanlar değil mi? Makam sahiplerinin bulundukları konumu yönetmek ile insanın kendi hayatını yönetmesi ne kadar da benzer. Hayatınıza yanlış insanlar aldığınız için kaç defa yanlış kararlar aldınız acaba? Sonra sitem ettiniz size sorumluluk yükleyenlere ben öyle değilim diye. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum lise zamanları olması lazım uzun zaman unutmuşum ama bir kitap okurken şuna benzer bir cümle ile karşılaşmıştım:
Hayatınızdaki insanlar kadar doğrusunuzdur diye. Unuttuğum bir cümle yakın zamanlarda hatırladım. Tam halini hatırlarsam söyleyeceğim.
Bizim bir atasözümüz gibi: “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”
Dipnot: Gerçek dostlarımıza selam olsun! Aşık Veysel’ e de göz kırpalım:
Yazının Sorusu: Gerçek dostlarımıza sarılmanın zamanı gelmedi mi?
Diğer yazılarımı okumak için: https://kafaseslericom.wordpress.com/author/eraykagansimsek/